Elit Bulgur

3 Ekim 2009 Cumartesi
O gün bir eylül günüydü,en erken ben uyandım.Normalde hayatta kendim uyanamam.Saat kursam bile uyanamam.Yıllardır annem sağolsun,o uyandırır beni.Ama o gün kendim uyandım.Altı yaşındayım.Anaokuluna başlayacağım..Altı yaşına kadar insanın çevresi sokağıyla sınırlı.Bir de benim gibi her hafta sonu köye gidiyorsanız köy çocukları var.Gerçi köyde adımın önüne "İstanbullu" sıfatı yerleştirildiği için pek takmazlardı.Anaokulunda elit bir çevrem olacaktı.Çünkü anaokulu,"Ben çocuğumu sokakta yetiştirmiyorum.Param var,sosyeteyim.Daha çişini tutamazken okula yolluyorum." demekti bizim mahallede.O zaman elit insanlar olmalıydı orada sadece.Gerçi ne ben elittim,ne de bizim mahalleden elit çıkardı.Zaten anaokuluna gitmeme rağmen sokakta büyüdüm.Anaokulu biterdi,benim için sokak hayatı başlardı.Adeta dizilerdeki,gündüz okuyan gece serseri arkadaşları arasına dönen,mahallenin okuyan çocuğuydum.Ama bende serseriydim,o bozuyor bu işi.Yatsıya kadar dışarda olurdum her gün.Yatsı benim için koğuşa dönme anonsuydu.Müezzinleri sevmememin nedeni budur belkide.


Bana hep,"Bulgur,ne yapılıyor lan orda?" diye sorarlardı sokak arkadaşlarım.Bende "Boşver yaa." der geçerdim.Çok havalı bir dönemimdeydim yani.Anaokuluyla hava atıyordum resmen.Bir diğer havalı olduğum dönem ise Hagi ile ayak numaralarımın aynı olduğunu öğrendiğim altıncı sınıftaydı.Ama o pek etkili değildi.Ben kendi kendime havalıydım o dönem...


Neyse,bir eylül günüydü işte.Erken kalktım.Okulun ilk günü.Anam beni uyandırmaya geldiğinde ben çoraplarımı giyiyordum bile."Dur be oğlum,önce kahvaltı yap.Döker kirletirsin." dedi.Bende anamın sözünü dinleyim,donla kahvaltı yaptım.Ayaklarımda da Power Rangers'lı çoraplar.


Kahvaltıdan sonra anamla odama geldik.Altıncı sınıfa kadar giyim tarzımı anam,saçlarımı ise babam belirledi.Anam dolaptan kafasını çıkardığında elinde kadife pantolon ve oduncu gömleği vardı.İnce çizgiler,çok çok ufak kareler.Koyu renk.Tercihen koyu kırmızı ve siyah olabilir.Ya da koyu yeşil ve siyah.Bu gömleği giyince kendimi oduncu gibi hissediyordum.Neden bilemiyorum.Benim için bu gömlek oduncu gömleğiydi.Yanlış anlama.Oduncuları aşağılama gibi bir amacım yok.Hatta babamın yıllarca odunculuk yapması nedeniyle sempatim bile var kendilerine.Ama oduncu gömleği işte...


Giydirildim.Oduncu gömleğim,kadife pantolonum ve bana göre sağa,size sonra sola taranmış saçlarımla ilk güne hazırdım.Anamla evden çıktık.Spor ayakkabılarımı giymek istedim.Ama bana "Adamlık" Ayakkabı'larımı giydirdi.Ama ben bu Adamlık Ayakkabı'larla yürüyemiyordum,ollsun.Kafide pantolonum,oduncu gömleğim ve Adamlık Ayakkabı'larımla adam olmuştum.Sokaktan çıkarken bütün sokak arkadaşlarım bana bakıyordu.Onların gözünde o an "Adam"dan çok,"Anaokullu Bulgur"dum,eminim.Ağızlar açık,gözler kocaman bana bakıyorlardı.Aralarından "Elit Adam" olarak geçtim.


Kısa bir süre sonra okulun kapısına geldik anamla.Geç kalmışız.Herkes içeri girmiş.O günden beri alışkanlık olmuş.Hep geç kalırım okula.Erken kalksam bile geç kalırım.Huy işte.Neyse,anam beni anaokulu tarafına götürdü.Orada bıraktı,gitti.Kapının önünde tek başımaydım şimdi.Hayatımda hiç bir yere kapıyı çalarak girmemiştim o güne kadar.Ama televizyondan biliyordumki,soğuk koridorlardaki büyük kapılardan kapı çalınarak girilir.Kapıyı çaldım ve içeriye girdim.


Bütün gözler bana döndü.İleride hemen karşımda öğretmen,sol tarafımda sınıftaki öğrenciler vardı.Herkes bana bakıyordu.Ama bunlar sokaktan çıkarkenki bakışlar gibi değillerdi.Aşağılayıcı bakışlardı bunlar.Öğretmen "Otursana yavrum." dedi.Boş bir sandalyeye oturdum."Elit" çocukları gözden geçirmeye başladım.Ama bir gariplik vardı.Herkesin üzerinde Tweety'li,Power Rangers'lı t-shirtler vardı.Hepsinde de şort ve kot pantolon vardı.Ben ise oduncu gömleği ve kadife pantolonlaydım.Onların ayaklarında spor ayakkabılar vardı,benim ayağımda "Adamlık" ayakkabılar.O an artık hayatımda hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağını anladım.Kurtlar sofrasındaydım artık.Bütün kızların bir karışlık etekler giydiği,göğüs dekoltesinin dibine vurduğu,erkeklerin saçlarının uzun olduğu lise dizilerindeki köylü çocuğu gibiydim.Ulan bu arada,nerde lan böyle lise?Söyleyin bizde gidelim.Bizimde sıra arkadaşlarımız bir karış etek giysin,göğüslerini serbest bıraksın.Bizimde bütün okulumuz güzel kız kaynasın.Biz neden Godzilla'ların arasında okuyoruz?Hayali lise yaratıpta yurdum gençliğini depresyona sokmayın.Ihım neyse.


Daha kıyafet travmasını atlatamadan ikinci bir travma bana doğru koşa koşa geliyordu.Hep beraber şarkı söyleme zamanı gelmişti.Benim bildiğim şarkılar ile bu Elit'in çocuklarının bildiği şarkıların aynı şarkılar olduğunu hiç sanmıyordum.Öyle de oldu.Ne şarkıda tutunabildim,ne de tekerlemede.Aralarından hızla kayıyordum.Herkes portakalı soydum gibi tekerlemeler söylerken ben,"İnene minene,koyım ninene" diye devam eden tekerlemeyi söylüyordum.Kapı açılsa,içeriye elit olmayan sokak arkadaşlarımın gelse diye ne çok istedim.Ama kimse gelmedi.Kimse gelmedi ama ben her geçen dakika elitlerden uzaklaşıyordum.Bunun üzerine birde aşk acısı çekiyordum.Ben o gün sanırım yedi kıza aşık oldum.Belki sekizde olabilir.Sınıfta aşık olmadığım güzel kız kalmamıştı neredeyse.Kıyafetim nedeniyle bu aşkları türkü tadında yaşamak istiyordum.Ama zaten kaymakta olduğum bu ortamdan,türkü söyleyipte direk eriyerek yok olmak istemedim.Kendi içimde yaşadım.Yedi aşkımıda içime attım.Altı yaşımda,bir günde yedi aşk acısı çekiyordum.Bu benim bünyemin kaldırabileceği bir şey değil.Kaçmam gerek buradan...


İçimdeki Maykıl Sıkoyfıld'ın ortaya çıktığı ilk anı o gün yaşadım.Kaçmam gerek buradan.Ama önce öğretmeni,sonra yemekçi kadını,sonra hademeyi,sonrada bekçiyi atlatmam gerek.Ama ne olursa olsun kaçmam gerek.Bana Bulgur diyen sümüklü sokakdaşlarımın yanına gitmem gerek.Ve kaçtımda.Öğretmeni çiş bahanesiyle atlattım.Yemekçi kadınıda "Öğretmen seni çağırıyor abla." diyerek kandırdım.Hademeyi "Sınıfa biri kustu abi,öğretmen çağırıyor." diyerek kandırdım.Bekçiyi kandıramadım.Ama elit olmayan sokağımdan gelen yeteneklerim sayesinde yüksek duvardan çok rahat bir şekilde tırmandım.Duvardan atladığımda ayak tabanlarım sızlıyordu ama olsun.Zaten akşam annemde yanağımı sızlatacak.Adamlık ayakkabılarımla,elitlerin diyarından,hiçte elit olmayan bir şekilde koşarak kaçtım.Koşarken oduncu gömleğimin düğmelerini çözdüm.Adeta koparırcasına.Kadife pantolonumuda çıkarmayı düşündüm ama donla kahvaltı ettiğim an nasıl gözüktüğüm aklıma gelince vazgeçtim.Çünkü fırının önünden geçecektim.Fırıncının kızınada aşıktım.Ulan ne çok aşıkmışım ben ufakken.Aşık olmadığım güzel kız yoktu mahallede neredeyse.Sadece oduncu gömleğini çıkardım bende.


Koştum.Bana "Bulgur" denen diyarlara doğru koştum.Koşarkende "İnene minene,koyım ninene"yi söyledim.Nineye koydukçe daha hızlı koştum.Dede oynattıça daha hızlı koştum.


Dipnot: Bana eski sokağımda "Bulgur" denirdi.Nedeni Bulgaristan göçmeni olmam."Bulgar"daki "a" harfi nasıl "u" oldu,bulgur plavına mı benziyordum bilemiyorum.Yıllarca lakabım Bulgur'du işte.Sorgulamadım,kabul ettim.


Erdi ORAN

Karpuz Desenli

12 Mayıs 2009 Salı




Ben çok küçüktüm.Ama öyle böyle değil,baya baya küçüktüm yani...Yalan aslında.Küçük falan değildim.Nerden baksan bir dokuz yaşımda vardım.Ama dokuz yaş,on yaş garip yaşlar.Şimdi on sekiz yaşımdayım.Ne diyeyim?Küçük desen değil,büyük desen hiç değil."Ben çok ortaydım." diyemem ya.Neyse,dokuz yaşımdaydım..Köydeyiz,yine yaz olmuş gitmişiz köye.Her yaz olduğu gibi sabah kalkıyorum,denize gidiyoruz.Babamın sırtına güneş yağı sürüyorum.Sonra denize giriyorum.Eve geliyorum yatıyorum.O dönem hayatımdaki en büyük aktivite babamın sırtına güneş yağı sürmek.Aynen böyle.Dokuz yaşımda emekli hayatı yaşıyorum.O kadar sıkılıyorum ki ota,böceğe arkadaşlık teklif ediyorum.Bekliyorum ki Susam Sokağı'ndaki gibi Minik Kuş gelsin benimle Beşiktaş'ın durumunu konuşsun.Bana sayılar öğretsin.Emekli olmuşumda balıkçı kasabasına çekilmişim sanki.Bahçedeki vişne ağacına tırmanıyorum bir seferinde.Ayağım kaydı,bir kabuk aşağıya düştü."Pardon." demiştim.Kafayı yeme aşamasındayım yani.Vişne ağacıyla konuşan adamdan ileride ne tür bir fayda beklenir ki insanlık için?Ağaca isim bile koymuştum.Nedense Nurettin ismi benim hayatımda önemli bir yere sahip.Ağaca da Nurettin Abi demiştim.Hem ismini benim koyduğum halde abi dememin çok saçma olduğunu daha yeni yeni anlıyorum.Ama çok sevmiştim Nurettin Abi'yi.Hayatta benim için en önemli ağaç Nurettin Abi'dir.Televizyonda,gazetede ne zaman bir Nurettin ismiyle karşılaşsam duygulanırım.Hani diyorlar ya "Hayatta dikili bir ağacın var mı?".Hayatta dikili koskoca Nurettin Abi'm var benim.Arkam sağlamdı yani o dönem.

Nurettin Abi'mi kalbimin derinliklerindeki yerine gönderip,konuya döneyim.Bir gün yine plajdayız.Babamın sırtını yağlamışım.Ellerimi yıkamaya denize doğru yürüyorum.Yürüdüm,yürüdüm...Eğildim yıkamak için ellerimi.Bacak aramdan da arkaya bakıyorum o sırada.O da ne?Yok böyle bir güzellik.Karpuz desenli bikini mi istersin,kelebek toka mı istersin?Dokuz yaş hayallerimdeki kız adeta.Nedense o yaşlarda böyle garip giyimler bize hoş gelir.Yaş büyüdükçe öyle giyinenlere güleriz.Kendini bilmezliğin daniskası.Ama o an çok beğenmiştim.O kadar etkilenmişim ki domalık vaziyette bir süre durdum.Belim ağrıyınca farkettim bunu,kendime geldim.Doğrulurken az önceki çocuktan eser yoktu.Kendimi Sahil Güvenlik dizisindeki kaslı erkekler gibi hissettim o an.Benim bütün ağırlığım ordaki adamların tek kolu etmez ya neyse.Döndüm geldim babamların yanına.Ağzımın kenarından salya akmış,annem sildi kaşla göz arasında.Altımda iki beden büyük şort,elimde domatesli ekmekle Karpuz Desenli'ye baktım dakikalarca.Gözümü alamıyorum.Denize girdim.Denizde de gözümü ayırmadım.Suya dalıyorum,çıkıp bakıyorum.Deniz topuna vuruyorum yine bakıyorum.Ama o bana hiç bakmadı nedense.Denize girince kulaklarım daha bir ortaya çıkıyor oysa ki.Dikkatini çekmesi lazımdı ama anlamadım ben de neden böyle oldu.Denizden çıkayım bari dedim.Çıktım babamların yanına yürüyorum.Vücudumdan sular damlıyor.Kendimi çok can yakıcı,çok karizmatik hissettim o an.Ama bunu benden başkası hissetmedi herhalde...

Bakışlarımla uzun süre abluka altına aldım Karpuz Desenli'yi.Zeytin gözlerime dayanamayacağını biliyordum.Ya da öyle umut ediyordum.Ne de olsa gözlerimde bir numara yok.Ne babam gibi mavi,ne dedem gibi yeşil.Bildiğin siyah noktalar.Ama kepçelerim mi etkiledi,zeytin gözlerim mi bilmem.Karpuz Desenli'm ayağa kalktı.Bana doğru gelmeye başladı.Yaklaştı.Daha da yaklaştı.O yaklaşırken sanki plaj sessizleşmişti.Hiçbir şey duymuyordum.Sağ kulvardan şaha kalkmış bir tay gibiydi.Daha da fazla yaklaştı.Geldi."Deniz topunu alabilir miyim?" dedi.Ben cevap vermeden annem cevap verdi."Al tabi kızım.".Ben on iki yaşıma gelene kadar benim yerime annem konuşurdu insanların arasında."Kaç yaşındasın sen?","On yaşında teyzesi."."Dersler nasıl ufaklık?","İyi abisi,kurdelalı karne getirdi."."Yeni mi aldın gömleğini,bayramlık mı?","Yeni aldık amcası,bayramlık yaptık.".Yine annem cevap vermişti.Belki de fırsatı annem yüzünden kaçırmıştım.Oturmaya devam ettim.O an deniz kıyısına gidip tek başıma "Çok dertli,hayatın sillesini yemiş adam" yürüşüyü yapmak istedim.Elimdeki yüzüğü çıkartıp uzun süre yüzüğe baktıktan sonra denize fırlatmak istedim.Ama ne yüzüğüm vardı ne de derdim.O zamanlar en büyük derdim Beşiktaş'ın şampiyon olamamasıydı.Hala aynı dertteyim ya,neyse.Bir de yüzük olsa da baksam,atsam diyorum ya.Olsa da atmazdım zaten.Dokuz yaşımdayım ama aklım yerinde.Gereksiz romantizmlere yer yok hayatımda.Ya da dayımın yok.O dönem akıl hocam dayım çünkü.

Aradan beş on dakika geçti.Karpuz Desenli'm geldi yanıma."Sen de gelsene,beraber oynayalım." dedi.Zeytin gözüme,kepçelerime vurulmuştu belki de.Ya da yapamadığım romantik hareketleri yapabilme ihtimalim onu etkilemişti.Benliğimdeki o adamı görmüştü belki de.Hemen kalktım tabii ki.Bu fırsatı tepmeye niyetim yoktu.Karpuz Desenli'm önden ben arkadan deniz kıyısına doğru yürümeye başladık.Yürürken saçlarım dalgalanıyordu.Rüzgar saçlarımın arasından geçip gittikçe benden daha da hoşlanıyordu.Omzumdan su damlaları süzüldükçe benden daha da çok hoşlanıyordu.Kumun üzerinde bir İngiliz atı gibi yürüyordum,demeyi çok isterdim.Ama saçlarım iki numaraya Hasan Abi'ye kestirilmişti.Annem denizden çıkınca beni kavanoz gibi kurulamıştı hiçbir yerimden su damlamıyordu.Damlasa da tek tek sayılan kemiklerim üzerinde pek hoş bir görüntü yaratacağını sanmıyorum.Kum da ateş gibi yanıyordu.Bir İngiliz atı gibi yürümeyi bırak,ayak tabanlarımı bile yere basamıyordum.Oturduğumuz yerle deniz kıyısının arası on beş yirmi metre falan.Bu on beş yirmi metreyi normal bir şekilde adımlayarak geçeceğimi sanıyordum.Oysa ki hayatımın yolunu belirleyecek adımı bu on beş yirmi metre içinde atacakmışım meğer.Tam olarak hangi adım bilmiyorum ama bu adımlar sırasında sol tarafta köyümün esmer tenli insanlarından Hakan'la göz göze geldim.Gündüz feneri gibi dikkat çekiyordu plajda.Hakan beni görür görmez seslendi."Erdi gel maç yapcaz !"
...
Ve ben o gün futbol oynadım.Hala da oynuyorum.Fütursuz bir aşk ile.

Bu arada,hikayedeki kızı yıllarca görmedim.Sonra da uzaktan akrabamız çıktı.Her yaz tavla oynuyorum beraber.Tabi benim içimde kopan fırtınalardan haberi yok.Onun karşısında dalgalandım da duruldum misali sakinim.Ya da Nurettin Abi gibi odunum.Bir dönem ağabeyim mertebesine ulaşmış Nurettin Abi'nin ise tavla olayından bile haberi yok.Haberi olsa bu duruma ne derdi diye merak ediyorum aslında.Bir mahalle ağabeyinin teselli içerikli ense okşamasını mı yapardı,yoksa olduğu yerde vişne üretimine devam mı ederdi odunca?Ne yazık ki bu soruların cevaplarına ulaşmam mümkün değil.Çünkü Nurettin Abi'yi de yanına inşaat yapılırken kestiler.
Erdi ORAN

Zengin ve Sümük Paradoksu





Çocukların geleceğini ne belirler deseler,cevabım herkes gibi "okul" olmaz.Bir çocuğun gelecekteki kimliğini,mesleğini belirleyen "altın günü"dür.O abartılı kokular,abartılı bilezikler,küpeler...Hayatımda gördüğüm en sert psikolojik savaşların yaşandığı yer altın günüdür.O kel kafalı,turuncu turuncu giyinmiş Budist Rahiplerin verdiği eğitim bunun yanından geçemez.Geçse bile ilerden geri döner.


Anaokulundan yeni mezun olduğum sene evi kırıp dökmeyeyim diye annem tarafından ilk defa altın gününe götürüldüm.Annem: "Zeynep Hanımlara güne gideceğiz.Dışarı çıkmak yok." dediğinde pek de umrumda olmamıştı aslında.Sadece "gün" kelimesine yeni bir anlam yüklenmişti benim için.Annem beni giydirmeye başladığında sanki 90 Dünya Kupası'ndaki Brezilya'nın sağlı sollu ardı arkası kesilmez ataklarına karşı koymaya çalışan;ama çaresizce savrulan Nijerya kalecisi gibiydim.Kollarım kendiğilinden kalkıp iniyor,daha rengini seçemeden kollarım ve başımdan giysiler sokulup çıkarılıyordu.


Her zaman sümüklü burnum,top oynamaktan aşınmış ayakkabılarım,sokakta top oynarken Tsubasa kayışı yapmaktan delinmiş eşofmanımla gittiğim üst komşu Zeynep Teyze'ye TRT spikerleri gibi hazırlanıp götürüldüm.Evin içinde Rus artistik patinaj ekibini aramadı değil gözlerim.Ama annemin onları o patenlerle halı üzerinde dolaştırmayacağını hatırlayarak bu gaflet ve delaletten o anda uzaklaştım.Bayramlarda bile böyle zengin çocuğu gibi giyindiğimi hatırlamıyorum.Sağ ayakkabımı sol paçama,sol ayakkabımı sağ paçama sürüp temizleyip,annemin arkasından merdivenleri çıkmaya başladım.


Kapının önünde sadece camilerde görmeye alışık olduğum pabuç bolluğu vardı.Çeşit çeşit ayakkabılar,terlikler.Tek farklari topuklu olmaları ve bunların küflenmiş dede ayağı kokmamalarıydı.Bu mistik havanın etkisiyle olsa gerek,kendimi camilerdeki gibi ayakkabılarımı topuklarına basarak çıkardıktan sonra içerdeki dolaplara koymak için iki çiftin topuklarından sol elimin işaret ve orta parmağıyla asılı şekilde tutar buldum.Bu esnada sağ elim de cebime anneannemin ördüğü takkeyi almaya uzanmıştı.O dönem yeni moda olan kanarya sesli zil beni kendime getirdi.Zeynep Teyze kapıyı açtı.İçeri girer girmez karşıma her kaşılaşmamızda beni dayak antrenmanından geçiren Fatih çıktı.Muhammed Ali misali kelebek gibi sola kaçarak saldırmaya hazır oldum.Ama Fatih kıpırdamadı.İlkokul çocuklarının mavi okul önlüğünden sonra ikinci giysisi olan koyu renk tonlu kareli oduncu gömleği içindeki Fatih "Merhaba" dedi.Aramızda o filmlerde ajanlar arasında yaşanan kısa süreli bakışmadan yaşandı.Kendimi,artık Fatih'in benden korktuğunu sanarak "Eyvallah" işareti yaparken buldum.Onun Hababam Sınıfı Çalışkan Ahmet'inin "Merhabası"na karşılık,Tulum Hayri "Eyvallah"ı yapmıştım.Bu üstünlük ertesi sabaha kadar sürecekmiş ama neyse.Bu dayak bana kendime hakim olması öğretti.


İlk defa salon görmüş tavrıyla salona girdim.Gözüme çarpan ilk ayrıntı sokağın güzel kızlarından Selin'in yanının boş olmasıydı.Hemen yanına yere çöktüm ben de.Evdeki çocuklardan sadece Selin her zamanki halinden farklı değildi.Sadece o rahattı.Biz hepimiz elbiselerimize ve yana suyla yatırılmış saçlarımıza alışamamıştık.Sadece ben yırtık eşofmanımı istemiyorum geri.Emre omuzdan lastik kemerli pantolonunu istiyordu,bu çok belliydi.Elleri devamlı göğsüne gidiyor ama şaklatacak lastikleri bulamayınca bacaklarının altına inip tekrar birleşiyordu.Hatice saçlarından bir tutam alıp parmağının etrafında doladıktan sonra ucunu ağzına sokmak istiyordu.Ama tel tokalarla toplanmış saçı buna elvermiyordu.O kadar çok siyah ufak tel toka vardı ki saçında,neredeyse saçları gözükmüyordu.Bazı yerlere istediğim gibi değil,gitmem gereken şekilde gideceğimi o an öğrendim.


Selin ise çok rahattı.Selin Oya Aydoğan'dı,ben Kemal Sunal'dım.Selin Filiz Akın'dı,ben Güdük Necmi.Selin Emel Sayın bile oldu,ben yine Yılmaz Güney olamadım,Tarık akan olamadım.Çünkü ben Selin'e Yılmaz Güney gibi bakmak yerine kepçe kulaklarımı katlayıp uçlarını içine sokarak onu güldürdüm.Tarık Akan gibi gülmek yerine,gözlerimi yanlarından çekerek çekik göz yarattım,onu güldürdüm.O gün bazı insanlara sadece resmi yerlerde yakın olabileceğimi ve kızları güldürmenin bir işe yaramadığını öğrendim.Çünkü o gün "Artık benim!" dediğim Selin bir daha yüzüme bakmadı.Baktığında da sadece güldü.Annem o an bana bir tokat atsaydı keşke.Atsaydı da o kıvrak kulaklarım kıpkırmızı olsaydı.Atsaydı da çekik gözlerimden yaş gelseydi.Atmadı.Ama Emre'nin annesi attı.Fazla oynamaktan yırtılan çorap deliği Emre'ye sadece kırmızı bir kulak ve yanak kazandırmamıştı.Şefkatla dolu Selin'i de kazandırmıştı.Dayak arsızı Emre bu tokattan sonra ağlamadı.Yanağını bile tutmadı.Ama Selin ona yaklaştıkça o suratını kastı.Yalan acısını;ağzını,burnunu,gözünü,suratını büzerek belirtti.Selin yanağını okşadıkça o daha da büzdü.Adamın surat elemanları nokta haline geldi adeta.O an ayağa kalkıp "Anne bana vur!" diye bağırmak istedim.Selin elin nokta suratlı kırmızı kulaklısının yanındaydı.O gün de bugün de anlayamadığım şeylerden biri,kadınların dayak yiyenden yana olmasıdır.


Ben içimden anneme isyan etmekle meşgulken yemek tabakları gelmeye başlamıştı.Her eşit yiyecek vardı tabaklarda.Ama her şeyden birer kaşık,birer dilim.Bir kaşık kısır yedim.Zaten ikinci kaşık yok.Bir dilim baklava yedim,zaten içinki dilim yok.Anneme "Daha yok mu?" dediğimde,çatılmış iki kaş cevabımı aldım.Hayatımın en kötü anlarından biriydi.Yemeği gösterip de vermemek nasıl bir işkencedir?Diğer çocukların tabaklarından almayı düşündüm.Ama,herkes avını köşede yiyen aslan gibi tabağının üzerine çullanmış.Azıyla yetinmeyi burada öğrendim.Dikkatimi çeken bir şey de mutfağa giden,tuvalete giden kadının arkasından anında bir dedikodunun başlaması.Annem hakkında söylenenleri eve gelince anneme ilettiğimde bir tokat yedim.Onu hala çözemedim.Aklımı kurcalıyor.Her zaman arkanı kollayacaksın,arkandan konuşulduğunu bileceksin.Ama başkasının dedikodusuna burnunu sokmayacaksın arkadaş.O takatı ben istediğimde atsan çok güzel olurdu be anne.


Birer kaşıklık eziyet yemeklerimizi yedikten sonra bizi ev sahibinin oğlunun odasına yolladılar.Sanki birbirimize yabancıydık,tanışmıyorduk.Sanki sokakta gol attığım Emre karşımdaki Emre değildi.Her oyun sonunda beni döven Fatih değildi şurdaki.Herkes sessizdi.İçimden "Hadi altta kalanın canı çıksın" deyip,üst üste atlamak geliyor.Enselere şaplak atmak geliyor.Ama yapamıyorum.Garip bir oyun oynuyorduk.Kitapları üst üste koyuyoruz,bir tanesini yan yatırıyoruz.Oyuncak arabayı oradan aşağı bırakıyoruz.Sokakta kırılmadık cam bırakmayan o çocuklar,bu oyuna şaşırmış bir şekilde bakıyorduk.İlk defa kayan araba görüyorduk sanki.


"Bu kadar ders bana yeter",deyip dışarı attım kendimi.İlk işim sümüklerimi kol manşetlerime silmek oldu.Ben sümükleri akan,dayak yiyen çocuk oldum o gün tekrar.Hala da durumum aynı sayılır.Ama mendil kullanıyorum artık.Bir de dayak yemiyorum.Etli butlu,zengin çocuğu kıvamına geldim.

Erdi ORAN